30 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Cumartesi Rüyası (mı Acaba?)

Ne Okuyorum?



Herkes okuyor diye merak edip başladığım bir kitap Araf. Yazarı Jamie McGuire. Çoğu kişinin beğendiği ama benim o kadar da sevmediğim Tatlı Bela kitabının yazarı.

Açıkçası bu kitaba da arka kapak yazısını okumadan başladım ve fantastik olduğunu 150. sayfadan sonra öğrendim, yaşadığım şaşkınlığı anlatıp da kendimi utandırmak istemem doğrusu. Sizin için arka kapak yazısını atayım bari. Bitince kitap yorumumu paylaşırım elbette.

Konusu:


Işığın olduğu yerde, karanlık da vardır.

Nina, babasının ölümüyle kendisini Providence'ta varlığından hiç haberdar olmadığı bambaşka bir dünyanın içinde bulur. Babasının cenazesinin olduğu gün otobüs durağında tesadüfen karşılaştığına inandığı çekici, karşı konulamaz Jared ile yakınlaşmasıysa Nina'nın hayatını tamamen altüst eder.

Jared ile Nina'nın birbirlerine âşık olmaları işleri tamamen zora sokar. Jared, Nina'yı sadece babasının düşmanları olan insanlardan değil, kendi soyundan olan yarı meleklerle Cehennem'deki Şeytanlar'dan da korumak zorunda kalır. Jared ile Nina'nın birlikte olabilmek için kaderlerine karşı gelip düşmanlarını alt etmeleri gerekir.

Tatlı Bela ve Ayaklı Bela romanlarıyla olay yaratan Jamie McGuire, bu kez farklı bir seriyle karşımıza çıkıyor.

Providence üçlemesinin ilk romanı Araf, devamını merakla bekleyeceğiniz fantastik bir aşka sahne oluyor. 
(Tanıtım Bülteninden)


Ne Çeviriyorum?



Bilenler bilmeyenlere duyursun, ben bir çevirmenim :) Günahkarlar Turnede Serisi'nin 4. kitabı Wicked Beat (Ahlaksız Ritim)'i çeviriyorum. Sanırım 320. sayfadayım ve çok az zamanım kaldı :) Bu seriyi çok seviyorum. Erotica olmasından ötürü değil. Arkadaşlıkları güzel ve bana aşık olduğum grubu hatırlatıyor. (Bir gün ondan bahsederiz ;))

29 Kasım 2013 Cuma

Bardak Yetmez Helkiyle Verin!

Son zamanlarda aklım...



Hem karışık, hem çok durgun, hem çok kimsesiz, hem çok kalabalık, hem çok sessiz, hem de çok gürültülü...

Atanamayan bir ebe olmanın yanında özel hastanelerde de çalışmak istemeyince bildiğin vasıfsız işçi olarak kalıyorsun... Bir kere sadece sekreter olabilirim sanırım... Şu iş arama sitelerine girmeye çok korkuyorum. Kendimi yalnızca gereksiz hissetmemi sağlıyorlar.

Bunun yanında severek yaptığım ama bana bir peni (!) bile kazandırmayan çevirmenlikle uğraşıyorum. Bu kafamı hem meşgul, hem de fazla sessiz hale getiriyor... 

Bir yandan da bir kitap yazmaya çalışıyor, onu da beceremiyorum...

Artı, artık işe gir ısrarlarına değinmiyorum bile...

Birde bunun evde otura otura alınan kiloları var! 

Yaradanın gücüne gitmesin de verdim mi eksiksiz veriyor yarabbim.

Bu tür durumlarda sanırım en büyük desteğim, huzurum, biriciğim, diş düşmanı kahvemden başkası kalmıyor geriye. Bilir misiniz bilmem ama bizim oralarda (Tokat'ın bir köyü) büyük kovalara "helki" derler... Böyle aşırı içsel dumur yaşadığım dönemler bardak yetmiyor bana! Helkiyle verin şu zıkkımı diyorum. 

Yine de yetmiyor. Huzursuzluk geçmiyor...

Ama şu uçsuz bucaksız, "Aha şu iki kaşımın ortasındaki ağrı," denilen anatomik bölgemdeki ağrıyı şıp diye kesiveriyor. Eh bu da bir şeydir.

Sanırım zamanı geldi. Helkimi getirin bana!





27 Kasım 2013 Çarşamba

Meraklı Kedi Yazmayı Özledi!

Bu Kedinin Derdi Ne?

İnternet camiasındaki yazarların facebook öncesi ve sonrası mekanları




Facebook döneminden önce ve sonra diye ikiye ayrılıyor sanırım internet camiasındaki yazarların mekanları... Benim facebook öncesinde takıldığım site ve forumlar, orada yayımlanan ve benim yayımladığım yazılar... Özlüyorum. Salak saçma yazmayı da, başka yerlerde olmayı da.

Kitap blogger'larını falan kıskandığımdan değil canım... Sadece kendi kendime bir şeyler yazmayı özlüyorum. İzlediğim, dinlediğim, okuduğum, yazdığım, bayıldığım, sevmediğim şeyleri paylaşmayı...

Blog konusunda feci bilgisiz, cahil, kimsesiz ve yalnızım :) Pek umurumda  değil tabii bu. Beni engellemeye yetmiyor. Almanca bilmediğim halde Rammstein şarkılarını sevip kimi zaman duygulanıyor, kimi zaman öfkeleniyorum... Yapacak bir şey yok. Anlamasam da basit haliyle, kabataslak bir şeyleri deneye deneye öğrenirim elbet.

Henüz yirmi dört yaşında olmama rağmen teknolojik gelişimimi durdurdum. Dokunmatik ekranlı telefonlar, instagram, hatta twitter... Hiçbirisini anlamıyorum. Evet, mesaj yazmayı öğretmeye çalıştığınız babaanneniz kadar bilgisizim bu konuda. iPad'im falan da yok valla. Bıraksalar daktiloyla da yazarım. Yok yok, bunu fazla salladım. İnterneti ve oradan edindiğim arkadaşlarımı seviyorum.

Her neyse... Bu da benim deneme yazım olsun da nasıl göründüğüne bir bakayım... Üzerinde oynamalar yapabileyim.