6 Aralık 2013 Cuma

Geçmişin Tozunu Üfledim Anılarımın Üzerinden: Ben Üniversitedeyken {1}



Bir adamın kafasını ellerimin arasında tuttum…
… Ama kafa adamın bedenine bağlı değildi.



Şimdi dikkatinizi çektim değil mi? Sizlere üniversitedeki sınırlı sayıda üretilmiş ilginç anılarımdan birini anlatmak istiyorum :) Ama “Ay ben korkarım,” – “Midem bulanır,” – “Dayanamam,” diyorsanız ve yaşınız küçükse okumayın.



Üniversite 1. sınıftayım ve Anatomi dersindeyiz. Tıp Fakültesi’nden gelen hocamız bizi laboratuara götürecek, hepimiz giymişiz jilet gibi bembeyaz önlükleri, bekliyoruz. Neyse deney fareleri gibi düştük peş peşe gidiyoruz.

Hoca herkes getirdiği maskelerle eldivenleri taksın dedi. Maskeyle bile yarım saat kalabiliyorsun içeride.  Çünkü kadavraların içinde tutulduğu su (formaldehit) feci bir koku yayıyor ve patır patır bayıltıyor :) Eldivenlerde… Şey… Bilirsiniz işte, dokunmak için.

İçeri girdik. Yetmiş tane kız. Herkes bir yerde elbet. Hocamızda erkek. İçerdeki birkaç tıp öğrencisini yolladı dışarı, ben gittim morarmış bir bedene bakıyorum, hoca geldi üzerini kapattı hemen. “Siz ona bakmayacaksınız,” diye. Meğer daha kısa süre olmuş, biz de aceminin önde gideniyiz ya korkutmak istemiyor. Yedi yıllık olana götürdü bizi.

Kemik, kas kalmış sadece. Deri pek yok. “Elleyin, dokuyu hissedin,” dedi. Bizde başladık o yanı bu yanı ellemeye. Hoca tek tek kasların, kemiklerin adını söylüyor, bize gösteriyor soruyordu. Karın kısmını göstererek kafası dedi, işte kafadaki kemikleri saydı bizim kızlar. Bakıyorum bakıyorum, bana görünen kafa falan yok orada… Allah Allah dedim, vardır bir hayır.

Kadavranın sadece ellerinin içinde deri vardı ve göğsünden yukarısı hala yeşil bezle örtülüydü. Hoca “Gel sen şurada dur, ben kemikleri getireceğim, kurcalama ortalığı” dedi.  İyi peki, dedim.


Geçtim başına bakıyorum. Diğer arkadaşlar ortalığa dağılmış, kemikleri, resimleri, parçaları inceliyorlardı. On kişi falan vardık başında. Ben, “Kafa nerede?” diye sorup duruyorum, kızlar, “İşte yaaa,” diye gösteriyorlar. En sonunda göremediğim için iyice sinirlendim. Karnının üzerindeki yassı şeyi aldım.

“Bu nasıl kafa yahu?” diye sordum. En sonunda birisi konuşacak kadar kahkahasına ara verince “Ellerini birbirine yaklaştır,” dedi.

Normalde puzzle’da falan iyiyimdir ama bunun geleceğini yemin ediyorum görememiştim. Ben ellerimle tuttuğum parçayı birleştirdim ve durmadan yutkunmaya başladım. Hayırrrr… Formaldehit yüzünden değil.


Meğer kafa alın, burun, dudak, çene çizgisinden, yani tam ortadan ikiye bölünmüş.  Ve ben onu birleştirince yaşlı bir dedeye bakakaldım. Uyuyor gibiydi. Deri falan her şey var. Kirpikler var. Normalde hiçbir şeyden tırsmam veya hiç midem bulanmaz. Ama bacaklarım titremeye başladı. Yavaşça indirip yerine bıraktım. Diğerleri de o şekilde görünce etkilendiler tabii. O anda kendi psikolojimden ötesini düşünemedim gerçekten. Her neyse… Hoca döndü, kemikleri anlattı. Sonra kadavraları havuzlarına yerleştirdik.

Otobüse binip eve dönerken ağlayasım geldi ama ağlamadım tabii. Sert kızım ben, hele öyle ortalık yerde hiç ağlamam. Evde biraz hüzünlüydüm, ertesi gün okula giderken de öyle. Ama üç arkadaşımın okuldan sonra, formaldehit kokusundan otobüste, yolda falan bayıldıklarını duyunca nasıl güldüysem bütün tasam gitmişti.

Bundan çıkarılacak ders; her şeye burnunu sokma oluyor sanırım.

Birde ilim için, bilim için biliyorum ama üç, dört yıl olmadan gömsünler bence ya. Yedi yıl… Toprak ister beden. Her neyse…

Siz hiç ellerinizin arasında böyle bir şey tuttunuz mu?

Ve bunu okuduğunuz için bana ne kadar kızgınsınız?

1 yorum: