Bir
adamın kafasını ellerimin arasında tuttum…
…
Ama kafa adamın bedenine bağlı değildi.
Şimdi
dikkatinizi çektim değil mi? Sizlere üniversitedeki sınırlı sayıda üretilmiş
ilginç anılarımdan birini anlatmak istiyorum :) Ama “Ay ben korkarım,” – “Midem
bulanır,” – “Dayanamam,” diyorsanız ve yaşınız küçükse okumayın.
Üniversite
1. sınıftayım ve Anatomi dersindeyiz. Tıp Fakültesi’nden gelen hocamız bizi
laboratuara götürecek, hepimiz giymişiz jilet gibi bembeyaz önlükleri,
bekliyoruz. Neyse deney fareleri gibi düştük peş peşe gidiyoruz.
Hoca
herkes getirdiği maskelerle eldivenleri taksın dedi. Maskeyle bile yarım saat
kalabiliyorsun içeride. Çünkü
kadavraların içinde tutulduğu su (formaldehit) feci bir koku yayıyor ve patır
patır bayıltıyor :) Eldivenlerde… Şey… Bilirsiniz işte, dokunmak için.
İçeri
girdik. Yetmiş tane kız. Herkes bir yerde elbet. Hocamızda erkek. İçerdeki
birkaç tıp öğrencisini yolladı dışarı, ben gittim morarmış bir bedene
bakıyorum, hoca geldi üzerini kapattı hemen. “Siz ona bakmayacaksınız,” diye.
Meğer daha kısa süre olmuş, biz de aceminin önde gideniyiz ya korkutmak
istemiyor. Yedi yıllık olana götürdü bizi.
Kemik,
kas kalmış sadece. Deri pek yok. “Elleyin, dokuyu hissedin,” dedi. Bizde
başladık o yanı bu yanı ellemeye. Hoca tek tek kasların, kemiklerin adını
söylüyor, bize gösteriyor soruyordu. Karın kısmını göstererek kafası dedi, işte
kafadaki kemikleri saydı bizim kızlar. Bakıyorum bakıyorum, bana görünen kafa
falan yok orada… Allah Allah dedim, vardır bir hayır.
Kadavranın
sadece ellerinin içinde deri vardı ve göğsünden yukarısı hala yeşil bezle örtülüydü.
Hoca “Gel sen şurada dur, ben kemikleri getireceğim, kurcalama ortalığı”
dedi. İyi peki, dedim.
Geçtim
başına bakıyorum. Diğer arkadaşlar ortalığa dağılmış, kemikleri, resimleri,
parçaları inceliyorlardı. On kişi falan vardık başında. Ben, “Kafa nerede?”
diye sorup duruyorum, kızlar, “İşte yaaa,” diye gösteriyorlar. En sonunda
göremediğim için iyice sinirlendim. Karnının üzerindeki yassı şeyi aldım.
“Bu
nasıl kafa yahu?” diye sordum. En sonunda birisi konuşacak kadar kahkahasına
ara verince “Ellerini birbirine yaklaştır,” dedi.
Normalde
puzzle’da falan iyiyimdir ama bunun geleceğini yemin ediyorum görememiştim. Ben
ellerimle tuttuğum parçayı birleştirdim ve durmadan yutkunmaya başladım.
Hayırrrr… Formaldehit yüzünden değil.
Meğer
kafa alın, burun, dudak, çene çizgisinden, yani tam ortadan ikiye
bölünmüş. Ve ben onu birleştirince yaşlı
bir dedeye bakakaldım. Uyuyor gibiydi. Deri falan her şey var. Kirpikler var. Normalde
hiçbir şeyden tırsmam veya hiç midem bulanmaz. Ama bacaklarım titremeye
başladı. Yavaşça indirip yerine bıraktım. Diğerleri de o şekilde görünce
etkilendiler tabii. O anda kendi psikolojimden ötesini düşünemedim gerçekten.
Her neyse… Hoca döndü, kemikleri anlattı. Sonra kadavraları havuzlarına
yerleştirdik.
Otobüse
binip eve dönerken ağlayasım geldi ama ağlamadım tabii. Sert kızım ben, hele öyle
ortalık yerde hiç ağlamam. Evde biraz hüzünlüydüm, ertesi gün okula giderken de
öyle. Ama üç arkadaşımın okuldan sonra, formaldehit kokusundan otobüste, yolda
falan bayıldıklarını duyunca nasıl güldüysem bütün tasam gitmişti.
Bundan
çıkarılacak ders; her şeye burnunu sokma oluyor sanırım.
Birde
ilim için, bilim için biliyorum ama üç, dört yıl olmadan gömsünler bence ya.
Yedi yıl… Toprak ister beden. Her neyse…
Siz
hiç ellerinizin arasında böyle bir şey tuttunuz mu?
Ve
bunu okuduğunuz için bana ne kadar kızgınsınız?
Tanıdık terimler görünce mutlu oldum klfdlkflkd :D
YanıtlaSil